5 Kasım 2010 Cuma

Yedigöller Yöresi Seyahati





Yedigöller Yöresi
Çok kişiden duymuştum Yedigöller Yöresini, anlatılanlar okadar etkiliyiciydi ki kafamda resmettiğimde karşıma cennetten bir parça çıkıyordu. Gitmeye karar verdikten sonra yaptığım ön araştırmalarda karşıma çıkan her yeni yorum beni daha da heyecanlandırdı. Kafaya zaten koymuşum gitmeyi ama tek başına da yapılacak iş değil tabi. Çünkü yaptığım planda çadırla kamp kurmak var, bu da amiyane tabirle söylemek gerekirse her yiğidin harcı değil tabi. Esra’ya konuyu açtığımda “sana iyi tatiller canım, varınca ararsın” diyerek kısa bir cevapla gelmeyeceğini söyledi. Tatillerin vazgeçilmez ekürisi Kenan ve kuzeni Onur yoğun uğraşlarım sonucu ikna oldular ve tatil günümüzü belirledik.
Esasında konunun gelişimini daha iyi anlamak için biraz evveliyatına değinmek gerekiyor, 29 Ekim tatilinden yaklaşık 2 hafta önce Onur beni arada ve kız arkadaşıyla Kapadokya’ya gitmeyi planladıklarını bizim de katılıp katılmayacağımızı sordu, biz de keyifli olabileceğinden katılabileceğimizi söyledik, ardından programa Kenan da dahil oldu, program sürekli değiştiğinden son olarak benim planladığım programla işin şeklini değiştirdim. 29 Ekim  sabah çıkış 30 Ekim dönüş Yedigöller seyehati şekillendi.
Ön hazırlıkları tamamlamak için uyku tulumu ve çadır aldım. Daha önce kamp yapmadığımdan, çadır kurmuşluğum yoktu, aldığım çadırı deneme amaçlı evin oturma odasında kurmam Esra’yı çıldırma noktasına getirse de şoku atlatması fazla uzun sürmedi.
28 Ekim gecesinden çadırımızdan, yakacak odunumuza, silahımızdan, ipodumuza her şeyimiz hazırdı. Bu arada belki silah yadırganabilecek bir şey olabilir ama unutmamak lazım ki doğa sporlarıyla medeniyetten uzak yerlerde normal dışı koşullarda uğraşıyorsanız kesinlikle güvenlik amacıyla bulunması gereken bir şey. İnsana karşı değil, vahşi doğaya karşı bir önlem. Bir ormanda yürürken hiçbir zaman karşınıza ne çıkacağını önceden bilemezsiniz.
Bu seyehate çıkarken 7 göllere gidenlerdeki normalde olan gezelim görelimden çok orayı yaşamk istiyordum. Akşam mangalımızı yakıp, ateşin etrafında ısınırken rakımı içmek, en güzel puromu orada yakmak, sabah hiç uyanmadığım bir manzarada gözlerimi açmak programımı yaparken düşlediklerimdi.
29 Ekim sabahı saat 11.00 gibi Kenan’ı almak için yola çıktım, onun öncesinde öarinaya uğrayıp buz kovası ve marinaın yanındaki tekelden poşetle satılan buzlardan alcaktım, normalde on dakika sürmesi gereken iş bu satırlarda yer bulacak kadar önemli bir hadise değildir. Tabi cadde trafiğe kapalıysa bu iş 1.5 saat sürüyorsa önem arz eder. Bu da sanki benim kaderim önceki sene de Ankara’ya BJK-Gençlerbirliği maçına giderken de aynı hadise başıma gelmişti. Ozaman Esra hamileydi ve yola çıkmadan aşerdiği bir şeyi istemişti o da beni aynı şekilde 1.5 saat aksatmıştı.
Bu rötar sonrası Kenan’la buluşup yola çıktık, ardından yolda giderken bir de baktık ki teyp çalışmıyor. Sigortası atmış, eski tip sigorta olduğundan her benzincide bulunan tip bir sigorta değil, yol uzun olduğundan hayati olmasa da halledilmesi gereken bir problem, ayıptır söylemesi lükslerimizden ve keyiflerimizden ödün vermeyi pek sevmeyiz. Neyseki yol üstündeki dükkanımı arayıp çevreden temin etmelerini rica ettim, uğrayıp beş dakika da onu da hallettik. Tam her şey tamamdır derken Onur’dan bir telefon, o da ne, uyku tulumunu unutmuş, dükkanın yakınında şansa bir outdoor mağazası var, o eksik de bir şekilde halledildikten sonra rötar hanesine toplamda bir saat daha ekleyip yola devam ediyoruz.
Güzergahımız e-5’ten Kocaeli’ne kadar gidip oradan TEM’e girmek ve Sapana yolu üzerinde aracıyla bizi bekleyen Onur’a katılıp ola devam etmek. Sorunsuz bir şekilde planladıklarımız gerçekleşiyor ve önlü arkalı yol almaya başlıyoruz. Benim aracım offroad aracı olduğundan maksimum 120 km hzla gittiğinden Onur’un bayağı hızını kesiyorum. Hedefte Bolu Dağı’nda mola verip, İsmail’in Yeri’nde karnımız doyurup Yedigöller’e devam etmek var. Buarada kalan tek ve en önemli eksiğimiz erzağımızı da buradan temin edeceğiz. İsmail’in Yeri’nde karnımızı doyuruyoruz, planda oradan mangal için çiğ et almak varken garsonun “Çiğ et satışımız yoktur” cevabıyla dumura uğruyoruz ve olmayan B planımızı yaratmaya çabalıyoruz. Benbu arada garsonu kitlyip ^kardeşim siz sipariş alırken isteğe bağlı az pişmiş çok pişmiş diyen müşterilere biz de pişirme standart mı diyorsunuz?^ diye sorunca garson hayır diyen gözlerle ve dumur bir suratla bana bakıyor ardından ^E işte ben de hiç pişmemiş istiyorumi hadi halledi ver canım^ diye devam etsem de ikna çabam sonuçsuz kalıyor. En sonunda 10 kilometre mesafede olan bir kasap tarifi alıyoruz. Vakit kaybetmeden oraya gidiyoruz, orada da mangallık et kalmamış çıldırmamak elde değil. Diğer bir Bolu klasiği Berceste’ye uğruyoruz oda bize normal pişmişinin daha üstünde bir fiyat verince kafamız bozuluyor oradan da almıyoruz. Kürkçü dükkanına geri dönüş misali İsmail’in Yeri’ne geri dönüyoruz, bu sefer mekanın sahibini buluyorum, kısa bir konuşmayla kamp yapacağımızı erzağımız olamadığını anlatıyorum, sağolsun anlayışlı birisi çıkıyor ve çalışanlarına yardımcı olmaları talimatını veriyor ve rötar hanemize 1.5 saat daha ekleyerek yola devam ediyoruz.
Eklenen bunca rötarın üstüne bir de uzun yoldan gidince karanlığa kalıyoruz ve ilk günümüz görsellikten uzak kalıyor.
Uzun yıl ve aksilikler sonucu Yedigöller Yöresine saat 9 gibi varabildik. Karanlıkta bir saatlik keşif yaptıktan sonra kamp yerimizi belirledik, açıkçası kafamda kuruduğumdan çok daha farklı bir kamp yeri oldu. Benim kafamda medeniyetten, insanlardan  tamamen uzak bir kamp yeri vardı.Yedi Göller’de kamp yeri olarak ayrılmış bir bölüm var ve orası dışında çadır kurmak ^Yassah^.
Sabahtan günübirlikçilerin istilasına uğrayacağını da göz önünde bulundurarak en uygun yeri bulup çadırımızı kurmaya koyuluyoruz. Buarada vardım merak etme demek için Esra’yı aramak istiyorum ama namümkün, Turkcell’in çekim gücü buraya teğet bile geçmemiş, en yakın çeken yer arabayla 20 dakika mesafede, yapacak bir şey yok. Gidip gelmem 40 dakika sürdü konuşmam 40 saniye, dönüşe kadar benden haber alınamayacağını merak etmemelerini söyleyip kapadım telefonu. İnmemle beraber artık çektiğimiz eziyetlerin meyvasını yeme vakti gelmişti, ve kimse buna mani olamazdı. Mangal yakıldı, rakılar kadehlere dolduruldu ve fonda Tanju Okan, Müslüm Gürses, Dario Morena karışımı çalma listesi, işte hayat bu dedirtircesine keyifli.
Keyif alırken de etrafı rahatsız etmek olmaz iye düşünürken bir insan türüyle daha tanıştım, müzik sesi rahatsız ediyor mu diye sormak için bize en yakın çadıra gittim ^Müzik sesi yüksek mi rahatsız ediyor mu?^ diye sorunca bayanın cevabı ^Arabesk mi dinliyorsunuz?^ oldu. Bende müzik dağarcığımızın geniş olduğunu özel bir istek parçaarı varsa çalabileceğimi izah edip, o yaşayan canlıdan uzaklaştım. Ben giderken arkamdan ^Biz Cem Karaca dinleyeceğiz.^ dedi.Malesef kadın hayata at gözlüğüyle bakan biri çıkmıştı. Onda müzik dinlemek olgusu yerine şarkıcı dinleme kavramı varmış meğersem, sanırsam bir sanatçıdan diğerine geçişte adaptasyon sorunu yaşayan biriydi. Lakin yarım saat sonra Yedigöller’de ^Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkında^ diye bağırarak şarkı söylemesi , bulunduğu yeri de şaşırdığını gösteriyordu.
İlginç bir olayda kamp kurduğumuz yerde yaşandı. Bir masa üzerine bırakılmış iki adet poşet vardı, biz geleli 2 saat olmuş poşetlere gelen giden yok, çöpe atacaz ama gayet de muntazam duruyor. Sonra bakardın bakmazdın derken dayanamadık açtık, poşetlerden birinde domates, biber soğan, diğerindeyse, bir kısmı pişmiş bir kısmı da pişmemiş köfte duruyor. Bulunan ganimet hakkında yapılan ilk istişarede, çıkan sebzelerin gayet taze olup tüketilmesine, köftelerin pişmişlerinin doğal yaşamı destekleme amaçlı gelen hayvanlara verilmesine, pişmemişlerin atılmasına karar verildi. Mangal tüm hızıyla sürerken ganimetten gelenler de menüye eklenince olay daha da bir lezzetlendi. Ve itiraf etmeliyim ki hayatım da yediğim en güzel domatesti, belli ki bahçede yetiştirilmiş, hormonsuz saf bir domatesti. Biz bundan yola çıkarak bu domatesi bırakn adam bozuk köfte yemez diye düşünmeye başladık ve hadi pişmemişleri de mangala atalım dedik. Onlar da oldukça başarılı çıktı. Buarada Yedigöller’i bilmeyenler için kısa bir bilgilendirme, neye ihtiyacınız varsa yanınızda götürmeniz lazım, orada paranın sözünün geçtiği bir büfe bile yok.
Mangal faslını da bitirdikten sonra bir çöp varili bulup içine odunları yığıp kamp ateşimizi etrafa zarar vermeyecek şekilde yaktık. Bu kamp ateşinin yanında rüzgarsız ayaz hava, rakı, özenle seçilmiş ve ortama uyan ama teyzeye uymayan müzik de olunca işin keyfinden geçilmiyor.
Yol yorgunluğu, alkol ve bol oksijen birleşince göz kapakları erken pes etmeye başladı ve ateş keyfi 1.5 saati geçemedi, biz uyku tulumlarına sarılıp erkenden çadırlara geçtik. Kenan’ın demesine göre erken uyanılacak, bir iş olduğundan değil, çadırda rahat uyunamazmış gibilerinden safsatalarla beni kandırmaya çalışıyor kendince.
Kenan’ın dediklerinin aksine deliksiz bir uykunun ardından saat 11’e doğru uyandım, onlar saat 7’de uyanmış ve dibimdeki Onur’un arabasındaki akü bittiğinden araca akü takviyesi yapmışlar ve bunu da özellikle sesli yapmışlar ki belki uyanırım diye, ama nafile.
Uyanmamla beraber görev dağılımından bana düşeni söylediler. Onlar telefon açmaya giderken mangalı yakma görevi bana kalmıştı. Biraz sabah mahmurluğuyla göreve koyuldum. Mangal oldu mu rakı olmazsa olmaz dedim ama sağ taraftaki ^bu saatte olmaz^ derken ben sol taraftakine uymayı tercih ettim ve inceden bir kadeh hazır hale getirildi. Gece boyunca uyurken soğuk hava soluduğumdan boğazlarım şişmiş, buzlu bir şeyler şişliğe iyi gelir diye düşündüm diyelim.
Mangalın tek hazır olan mataryeli kömür, başka hiçbirşey bırakmamışlar, ne çıra var ne de gazete, ben de gözümü Kenan’ın boş loto kuponlarına diktim, sonrasında öğrenince pek hoşuna gitmese de yoklukta elde avuçta olanı değerlendirmek lazım oluğunu anlatmam tepkisini bir nebze olsun azaltmaya yaradı.
Öğlen saati olduğundan günübirlikçiler de gelmeye başladılar ve her gelen bizim oraya olan yerleşimimize , çadıra, mangala, iskemlelerimize bakıp birbirinden ilginç sorular soruyorlar.
Gece burada mı kaldınız?
Ne yiyorsunuz?
Korkmuyor musunuz?
Buralarda ayı yok mu?
En son ayı soran teyzeye ‘Ayı var teyzecim, orada mangal yelliyor’ diye Onur’u işaret ettim Onur da uzaktan bakan teyzeye el sallayarak selam verdi.
Yalnız yiyen yalnız ölür misali, imrenerek bakanlara ekmek arası bir şeyler verip içki ikram etmeye başladı, kısa süreli bolca misafirimiz oldu. Bu mangal sefasını da bitirdikten sonra etraftaki dağınıklığımızı toplayıp çadırlarımızı kaldırdık. Ve diğer 6 gölü görmeden dönüş yoluna geçtik.
Erken çıkmamızın sebebi tatili bitirmek değil, biraz aksyon katmak. Dönüş yolunun sağında solunda bazı orman yolları var, buralara girip biraz off road yapıyoruz, tam bitti yeter artık derken yol boyunca yanımızdan akıp bizi tahrik eden dereye bir iniş buluyoruz, sadece göz göze gelmek bazen aksyona başlamak için yeterli oluyor. Dereye iniyoruz, dereyi geçip karşı kıyıya varacaz geçtiğimi kıyı da bir yarım ada, dağın yamacına bağlı olduğundan gidecek bir yer yok manevra yapıp geri gelinecek. Neyseki kalmadan bu aksyonu da atlatıyoruz, arabamız bizi yine mahçup etmiyor.
Bu tatili de, geride bıraktıklarımızı yaşadıklarımızı ve tabi en önemlisi ileriki gezi planlarımızı yol boyunca konuşarak 300 kilometreden geri saymaya başlıyoruz.

1 yorum: